22 Nisan 2011 Cuma

Karanlık Sokaklarda Yürüyen Adam.

     Karanlık sokakta, önüne bakmadan yürüyordu adam. Kafasını kaldırmadan, etrafında olup bitenlere aldırmadan, yalnızca yürüyordu. Sokağın sağ tarafındaki yıkık dökük duvarın üzerinde yürüyen bir kedi, bir anda sokağın ortasına doğru fırlayınca irkildi adam. Önünden geçen kedinin henüz yavru olduğunu fark etti ve kediyle ilgili şunu düşündü: "Kedi canını senin.". Yavru kediye karşı duyduğu ilginin giderek azalması ve bitmesinden sonra, yürümeye devam etti karanlık sokaklarda yürüyen adam. Her akşam yürüyerek geçerdi buralardan. Yürümek rahatlatıyor muydu onu? O da bilmiyordu bunu, fakat yürümek istiyordu durmadan. Ama durmadan aynı sokaklarda yürüyen bir adam nereye varabilirdi ki?
     Kafasını önüne eğip yürümeye devam ederken, soyutlamıştı yine kendisini dış dünyadan. Her akşam aynı sokaklarda yürümekten, yerdeki engebeleri bile ezberlemişti artık. Kendini o sokaklara ait hissediyordu. Akşamları yürürken dış dünyayla iletişimini koparmasına neden olan şey bakmaya değecek güzellikte şeyler görememesi miydi yoksa? Yürümeye devam ederken, birden karşısına bir araba çıktı, arabanın motorunun sesini duymasına fırsat kalmadan korna sesini duymuştu. Gözlerine ışık tutulmuş bir tavşan gibi kalakaldı sokağın ortasında, sonra kaldırıma çıktı. Araba geçip giderken kendi kendine soruyordu: "Bu saatte bu arabanın ne işi var burada?" Araba geçmezdi onun yürüdüğü sokaklardan, sessizliği sevdiği için özellikle bu tenha sokaklarda yürürdü.
     Korkusuzdu, umursamazdı belki de. Sokağın yanındaki oluktan akan suyun sesini duymak, ona huzur veriyordu. Karanlık sokağın sonuna varmaya çalışan diğer insanlar için, bitmek tükenmek bilmeyen bir yol gibi gelirdi bu sokak. Belki de korku ve tedirginlik hissi yüzünden öyle geliyordu diğer insanlara. Yürümekte olduğu sokağın sonuna yaklaşmakta olan adam, geri dönmesi gerektiğini biliyordu. Her akşam yürüdüğü sokakların sonuncusuydu bu. Sokağın sonuna doğru ilerlerken, kalbine bir ok saplanmış gibi hissetti. Yürümeye devam etmeye çalıştı. Sokağın sonuna vardığı an, yolun sonuna geldiğini anlamıştı. Yere düşerken, bir daha bu karanlık sokaklarda yürüyemeyeceğini geçirdi aklından. Gözleri kapandı, ayak sesleri geliyordu uzaktan. Yaşamının sonuna varmıştı, karanlık sokaklarda yürüyen adam.

21 Nisan 2011 Perşembe

Aşk.

      Uğruna kitaplar yazılan, filmler çekilen, kimilerinin ince hastalığa tutulmasına neden olan şey, aşk. Aşk hakkında bir iki kelam edebilmek için, aşka dair yaşanmışlıkları olması lazım insanın. Belki de buna gerek yok, kim bilebilir?
      Her yerde aşkı görebilmek de mühim mesele. Bir yaprağın hışırtısında, bir kuşun kanadını çırpışında, bir dalganın kayaya çarpışında veya hayatın içindeki herhangi bir şeyde aşkı görebilmek, onu hissedebilmek büyük erdem olsa gerek.
      Bence aşkın kime, neye karşı duyulduğu değil, aşkın kendisidir önemli olan. Aşka aşık olmak, divan edebiyatında bolca yer alan bir konu. Nice aşıklar gelip geçmiş dünyadan, kimileri efsaneleşmiş, kimileri silinip gitmişler artlarında bir iz bırakmadan. Yani demem o ki, aşıklardan ziyade aşktır dünyada kalan.
      Hayatın hüzünle dolu olmak için çok kısa olduğunun farkına varmak, mutluluğu aramak ne güzel şey.
      Aşkı bulabilmek, aşka giden yolda sona varabilmek dileğiyle. Uzun günler, hoş geceler.

12 Nisan 2011 Salı

Sınav Haftaları.

    Sınav haftaları, öğrencileri hayatlarından bezdirmek amacıyla oluşturulmuş, gereksiz, içinde saçma sapan sorular barındıran sınavlara girmek zorunda olduğumuz haftalardır. Sınav haftalarında hayattan soğumamak elde değil malesef, şu anda bu yazıyı yazarken aklıma sınavlarım geldi. Pazartesi gününden itibaren yaklaşık 10 iş günü boyunca her gün en az bir adet sınava girecek olmanın verdiği mutluluğu size aktarmaya çalışacak olursam, sadece kelimeleri kullanarak bu işi başarmam büyük bir mucize olarak görülebilir.

/

Yazının bundan önceki kısmını Pazartesi gününden önce yazmıştım, açıkçası güzel geçti ilk iki sınavım. Hadi bakalım hayırlısı. Sınav haftasındayız diye sosyal platformlardan kendimi soyutlamam yanlış olur diye düşündüm ve yazımı tamamlamam gerektiğine karar verdim. Nedense içimde gereksiz bir mutluluk var, hüzünlü olmaktan iyidir tabi ki.

Konuyu değiştirmek için televizyonda ilk gördüğüm programı kullanacağım. Masterchef. Ödül olarak kaç para veriyorlar bilmiyorum ama, para için 70 milyonun önünde eziyet çekmeyi kabul eden yarışmacıların mazoşist olabileceklerini düşünüyorum. Televizyonda çok fantastik şeyler dönüyor şu sıralar. Televizyonlar her türlü şeyi barındırabiliyorlar; 118-33 diyen elemana burdan saygılarımı sunuyorum- reklamlarından tut, Nihat  Doğan'lı ve 3T'li Survivor'a kadar. Hazır televizyondan bahsetmişken, ülkemizde yayınlanan programların(dizi,yarışma vs.) yersiz bir şekilde uzun olduğu kanaatinde olduğumu belirtmezsem olmaz. 40 dakikalık diziler çekilmeye başlansın, özetleri de 120 saniyeyi geçmesin istiyorum ama bunlar yakın gelecekte zor gibi gözüküyor. (Sosyal mesajımı da verdikten sonra, konuyu bir daha değiştiresim var.)

Aday listeleri açıklandı malum. Yakın zamanda siyasi parti bayraklarını caddelerde görmeye başlayacağız. Olur da bir siyasetçi blog'uma denk gelirse diye söylüyorum, lütfen o seçim otobüslerini sabah akşam son ses açık bir şekilde gezdirmeyin. Yalova kaymakamı gibi hissediyorum şu anda, ama olsun. Yalova il olalı yaklaşık    on beş yıl geçmiş olsa da, Yalova kaymakamı her zaman gönüllerdedir.

Ben bu yazıyı niye yazdım? Gerçekten bilmiyorum. Ama yazmak güzeldir değil mi dostlar? Değilse bile benim öyle bir şeyden haberim yok, görmedim, duymadım, bilmiyorum! Uzun günler, hoş geceler.

4 Nisan 2011 Pazartesi

Kimlere Sanatçı Denir?

Uzun süredir düşünmekte olduğum bir şey var, sanatçı kimlere denir? Popüler kültürün içine ucundan kıyısından bir şekilde girebilmiş olan şarkıcılara sanatçı sıfatını verenler kimlerdir?

Sanatçı kime denir gerçekten?  Düşünüyorum, sanatçı deyince aklıma gelen şey şu: Belli bir yapıt ortaya çıkaran kimse. Ama düşünüyorum sonra; kendimle çeliştiğimi fark ediyorum,  Serdar Ortaç'ın şarkıları da bir yapıt en nihayetinde. Orta okuldayken ders esnasında Türkçe hocamla konuşurken, İsmail Yk'nın şarkılarını dinleyenleri anlayamadığımı, çok saçma bulduğumu söylemiştim. Hocam demişti ki: "Dinlemesen de dinleyenlere saygı duymalısın." Açıkçası ben İsmail Yk'ya saygı duyarım ama, şarkılarını dinleyenlere hâlâ anlamlandıramam zihnimde.

"O zaman, sanatsal değerleri olan yapıtları meydana getiren kişilere sanatçı denir." diyebilir miyiz? Diyecek olursak, burda bahsettiğimiz sanatsal değeri belirleyen kıstas nedir? Birbiri ardına gelen bunca sorudan sonra, bu yazının bir yere varamayacağı kanaatindeyim fakat bu konuyu birileriyle konuşmam gerekiyordu. Bu konuda yazmak iyi geldi açıkçası, sorunumu çözemesem bile.

Yazıları sonuca bağlamayı bir türlü beceremiyorum, acaba Yılmaz Özdil gibi mi yazsam?
***
Aslında böyle yazmak da eğlenceli gibi.
***
1903 Beşiktaş Jimnastik Kulübü kuruldu.
1904
1905
1906
...
Tamam tamam, yüz yıldan daha uzun bir süreç. Yaklaşık yüz otuz satırlık bir yazı olur hepsini tek tek sıralarsam.
...
2009
2010 2-2(İsteyen 8-0 diyebilir bu 2-2 mevzusuna yanıt olarak. Ama "2-2 mi?" diye sormanın verdiği hazzı hiçbir şey vermiyor. Fenerbahçeli okurlarımdan özür dilerim ama komik yahu.)
2011 Beşiktaş ligde bu yıl da bir şey yapamadı, hadi Ziraat Türkiye Kupası'nı almaya çalışalım yine.

Yılmaz Özdil, yazılarının sonuna gülücük koyuyor bazen. "Madem yaptın bir hayır, tut bacağından ayır." gibi fantastik bir öneri sunmanıza imkan vermeden, gülücüğü kendiliğinden ekleyiverip, yazımı burda sonlandırıyorum. :)

1 Nisan 2011 Cuma

Yazı Yazmaya Fırsat Bulamamak.

  İnsanların kullanmakta çok cömert olduğu bir şey var: Zaman. Zamanı doğru kullanabilmek gerçekten önemli, çünkü eğer benim gibi zamanını düzgün değerlendiremeyen bir insansanız saatin ne çabuk gece yarısına geldiğini anlayamıyorsunuz.-Daha ödevler duruyor!- Ertesi gün ödev teslim etmem gereken her akşam "Acaba gece 02.00'a kadar ödevler yetişir mi?" diye düşünmekten bıktım açıkçası. Ama ne yapayım, günlük hayatta zamanı düzgün kullanamıyorum. Belki de bilgisayar yüzünden, bilmiyorum.

  Yazı yazmaya fırsat bulamamak, yazı yazmamak için bir bahane olmamalı. Çünkü bence bir şeyler yapmak için fırsat bulamadığınızı söylüyorsanız -kitap okumak, ders çalışmak, yazı yazmak vb.- , o şeyleri gerçekten önemsemiyorsunuz demektir. Bir şeyler yapmaya uğraşan insanın her zaman kendine bir fırsat yaratabileceğine inanmışımdır. Son zamanlarda yazı yazmayı iyiden iyiye bıraktığımın bilincindeyim ve bu durumu düzeltmeye çalışıyorum şu günlerde. Yazı yazmaya fırsat bulmamı sağlayan şey de ufak bir mouse. Attım oyunu aşağıya, ne de olsa beyin bedava! 

  Gündemden bahsetmeme konusunda iddialıyım. Ortalık çalkalanıyor, basılmamış kitaplar yakılıyor, kitabın taslağı adı altında metinler paylaşılıyor falan filan. Ben gündemden bahsetmedim, görmedim, duymadım, bilmiyorum. 
 
  Sınavların yeniden yaklaştıklarını fark ettim, bütün mutluluğum bir anda kayboluverdi. Öğrencilerin bilgisini ölçmek için işleyen mükemmel(!) çarkların durmasını istiyorum bazen. Çark dedim de, aklıma Cem Karaca geldi. Madem yazıyı sonuca bağlayamıyorum, bu şarkı benden size gelsin.

http://www.youtube.com/watch?v=Ejju6-mZtNY&feature=related