27 Kasım 2010 Cumartesi

Bir Şey.

     Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine başlığımı "Bir Şey." olarak belirledim. Bir şeyler hakkında karalayacağım yani. Bir şeylerden bahsetmek isteyince aklıma direk futbol geliyor. Onda da taraflı yorumlar yapıyorum. Bütün okurlara hitap etmiyor, herkes kendinden bir şeyler bulamıyor. Ortalama düzeyde bir bilgisayar kullanıcısından biraz daha hallice bir insan olarak, Warcraft'ı kuramadım. Beceriksizliğim bazen gerçekten sinirimi bozuyor.
     Her yazar İstanbul hakkında mutlaka yazar. Henüz yazarlık mertebesine erişemesem de ilerleyen günlerde İstanbul ile ilgili bir yazı yazabilirim. En azından yazmayı denerim.
     Anlam bütünlüğünü sağlayacak bir paragraf yazmam gerekiyor, metnin konusunu belirtmeliyim. Genellikle bazı nesneler bana çeşitli çağrışımlar yaptırır, onları yazmayı denerim. Sanırım o nesneler bir süredir kayıp. Madem öyle, berbat bir şiir yazıvereyim, kolayına kaçayım, diye düşünüyorum fakat yazamıyorum. Attila İlhan'dan bir şiir paylaşıyorum ve huzurunuzdan çekiliyorum :


ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ
Gözlerin gözlerime değince 
Felaketim olurdu, ağlardım 
Beni sevmiyordun, bilirdim 
Bir sevdiğin vardı, duyardım 
Çöp gibi bir oğlan, ipince 
Hayırsızın biriydi fikrimce 
Ne vakit karşımda görsem 
Öldüreceğimden korkardım 
Felaketim olurdu, ağlardım 
Ne vakit Maçka'dan geçsem 
Limanda hep gemiler olurdu 
Ağaçlar kuş gibi gülerdi 
Sessizce bir cigara yakardın 
Parmaklarımın ucunu yakardın 
Kirpiklerini eğerdin, bakardın 
Üşürdüm, içim ürperirdi 
Felaketim olurdu, ağlardım 
Akşamlar bir roman gibi biterdi 
Jezabel kan içinde yatardı 
Limandan bir gemi giderdi 
Sen kalkıp ona giderdin 
Benzin mum gibi giderdin 
Sabaha kadar kalırdın 
Hayırsızın biriydi fikrimce 
Güldü mü cenazeye benzerdi 
Hele seni kollarına aldı mı 
Felaketim olurdu, ağlardım

Attila İLHAN


O değil de, şiir sevmeyen ben, yazı yazamayınca şiir paylaşıyorum. İşin kolayını buldum. Kendimi tebrik ediyorum.

Yazı Yazamayan Adam.

          Kara Kuleyi Arayan Adam, oldu Yazı Yazamayan Adam. İlham perim tatile mi çıktı acaba? Nedense birkaç gündür aklıma doğru düzgün şeyler gelmiyor. Hatta yazı yazamamamın verdiği sıkkınlıktan dolayı mmorpg oyun arayışı içerisine bile girdim. Bir tanesini indirdim, kurdum ama çalışmadı. Neymiş efendim "Your GPU  does not meet minimum specification". Sinir oldum. Sildim oyunu da, setup'ını da. Benim bilgisayarım saksı değil. Hep ona soracaklar. O oyunun ruhu benim bilgisayarımın önünde diz çöker tövbe ister. ( Erol Büyükburç ve Nihat Doğan'a gönderme yaptıktan sonra, Ahmet Çakar'a da gönderme yapabilmeyi çok istedim şu anda. Yazının ilerleyen kısımlarında inşallah.)
          Yazı yazamama olayı bundan sonraki günlerde de devam ederse diye, sıkıntımı engellemesi için şu anda bilgisayarıma Warcraft'ı yüklüyorum. Dota oynamayı da pek bilmiyorum gerçi. Olsun, öğreneceğim artık. Okulda bana çok yardımcı olacağını biliyorum en azından. Bilgisayar oyunlarını büyük bir yetenekle oynayanlara hayran kalmışımdır. Günlerce uğraşıp beceremediğim şeyi bir saatte yapan adamlar var. Buna oyun zekası mı deniyor, ne deniyor bilmiyorum. Fakat sahip olanları tebrik etmek gerek.
         Kitap okumayı sevmeyenlerin zekasında sorun olduğunu düşündüğümü söyleyebilirim, ama söylemiyorum. Neden? Çünkü söylersem hakaret etmiş olurum. O yüzden söylemiyorum. ( Ahmet Çakar'lığımızı da yaptık.) Kitap okumak bir insanın hayal dünyasını genişletir bla bla. Bu tip cümleler her yerde yazıyor zaten. Kitaplarımla benim aramda bir bağ var sanki. En yakın arkadaşım benden Kara Kule'nin ilk kitabını istediğinde vermemiştim. Gerçi bu mevzudan sonra annesi tarafından manevi evlatlıktan reddedildim. Olsun. Varsın olsun. Gerçi buna bağ mı denir, pintilik mi denir orası da ayrı konu zaten. Neyse efendim, sizi daha fazla sıkmadan yazıyı sonlandırayım. Uzun günler, hoş geceler.

25 Kasım 2010 Perşembe

E-book.

Bugün e-book'ları bilgisayar ortamında nasıl dinleyebileceğimi araştırdım. Microsoft Reader adlı bir program buldum. Ama Türkçe kelimeleri İngilizce olarak seslendirdiği için hiçbir şey anlaşılmıyor. Daha iyi bir program aradım, yama aradım. Onları da bulamadım. E-book, sesli kitap diye dolanırken bir yazıda Necip Fazıl'ın bir şiirine rastladım. Genellikle şiir okumam, ( Bununla övünmüyorum elbette, ama şiirler bana uymuyor. Bazen de çok beğenirim orası ayrı konu.) ama bu şiiri gerçekten çok beğendim.


Beklenen
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

Necip Fazıl Kısakürek

Neler neler yazmış üstadlar, öylesine deftere karaladıklarıma şiir diyemem ben, utanırım büyük ustalardan. Adama demezler mi "Yağdı yağmur çaktı şimşek / Sen de mi şair oldun eşşoğlueşşek? " diye.

Neyse efendim, zaten e-book'larla ilgili çözüm bulamadığım için mutsuzum. Bir de yazacak bir şeyler bulamamak insanı iyice depresyona sokuyor. Bu yazımı da şarkı sözleriyle sonlandırayım. Depresyondayım, stres amcam... Bu kadar iğrenç bir espriyi, her yerde yapılmış olmasına rağmen dile getirebiliyorum ya, bazen kendime şaşıyorum. Bugün yazma işini bu kadar geç bir saate erteledim, sonuçları böyle oldu. Ortaya her zamanki kötü yazılarımdan bile daha kötü bir yazı çıktı. Olsun sayın okuyucu, kimse kalemiyle doğmuyor, elbet öğreneceğim bir şeyleri yavaş yavaş.Yazımı yine Kara Kule'den alıntılayarak bitiriyorum : Uzun günler, hoş geceler. 

Yazımı Kara Kule'den alıntılayarak bitirmemin sebebini de Kara Kule'den alıntılayarak yazayım da tam olsun : Ka bir tekerlektir. ( Ka'yı basit bir şekilde kader olarak ifade edebilirim, Stephen King burada kaderin bir döngüden ibaret olduğunu anlatmak istiyor.)

24 Kasım 2010 Çarşamba

Ne Olacak Bu Beşiktaş'ın Hâli?

Cümlenin orjinalinde "Ne olacak bu Fener'in hâli?" denildiğini biliyorum. Ama Beşiktaş'ımın durumu da bu sene pek iyiye gitmiyor. Sene başında takır takır oynayan takım, sakatlıklarla sapır sapır dökülmeye başladı. Ortasahada Aurelio yerine Necip, kalede Hakan yerine Cenk, ilerde de Hilbert yerine Ali Kuçik tercih edilebilir. Fifa 07 sayesinde futbol bilgimi geliştirdim. ( E 2007'de bu futbolcular yok? Yamalar sağolsun.) Futbol bilgimin çok yüksek olduğunu söyleyemem, ama maçları izlemeye çalışırım. Futbol hakkında yorum yapmak zor geliyor o yüzden. Futbol entaresan. Bugün sınıfın basketbol maçını izlerken vuvuzela olsa da öttürsek diye düşünmedim değil. Messi ve Ronaldo'nun karşılaştırıldığı ortamlara girmekten sakının. İki taraf da fanatik. İnsanlarla tartışılması zor olan birkaç şey vardır, din, siyaset, spor. Bu tip şeylerde insanlar olaylara subjektif yaklaştıkları için iki taraf da birbirini bastırmaya çalışır. Herkes bağıra bağıra konuşur, kimse dinlemez. Çünkü baskın olanın sözü geçer(!).     
      Galatasaray-Fenerbahçe derbisinden sonra Fenerbahçe galip olursa şu sözü yazmayanı dövüyorlarmış : "Büyük takımlar kazandıkları kupaları, küçük takımlar yendikleri büyük takımları konuşur." Bunu da not düşelim buraya. 
      El Clasico'ya az kaldı. Heyecanla bekleniyor büyük maç. Bir tarafta Messi hayranları, diğer tarafta Christiano Ronaldo ve Mourinho hayranları.(Elbette diğer oyuncular, Guardiola vs. çok büyük hayran kitlelerine sahiptir ancak aklıma popüler olanlardan bunlar geldi.Diğerlerinin hakkını yemek istemem.) Büyük bir rekabet olacak gibi duruyor. İki taraf da kesin biz kazanırız diyor. Bakalım, göreceğiz.
     Bu kadar çok spordan bahsettik madem, futbolla ilgili sayılabilecek bir karikatürle yazımı bitiriyorum : http://karikatur.me/etiket-k$06z

Boğaz Ağrısı Coşarsa.

Boğazımın ağrımasından dolayı konuşmak bile istemiyorum. Madem konuşmak istemiyorum, neden yazmıyorum?  Beyin bedava. Bedava yaa. Taşıyorum niye hamallık yapayım? Bugün 24 Kasım, neşe doluyor insan. Tüm öğretmenlerin öğretmenler bayramı ( Evet ben böyle diyorum.) kutlu olsun. New York'ta 5, evde 15. ( Espriyi bir arkadaştan çaldım, telif hakkı ona aittir.)
       Beşiktaş seninle ölmeye geldik, Beşiktaaaş! Son birkaç gündür dilime dolandı bu melodi. E tabi Beşiktaşlı olunca söylerken de zevk alıyor insan. Boğaz ağrımın kaynağı bu mu yoksa? Tylolhot içtim, umarım iyileşirim.
  Tylolhot'a neden taylot deriz bilmiyorum. Uzun süre düşündüm ve bulamadım bunu da. "Eski bisikletler neden ince tekerlekli? " ve " Tylolhot'a neden taylot deriz ? " bunlar şu anda merak ettiğim şeyler arasında. Ne kadar boş şeylere kafa yoruyorum.
       Hasta olunca terlemenin amacı nedir? Ben terlersek vücuttaki mikrop ter yoluyla atılır diye bir mantık yürüttüm. Biyoloji terk olarak görüyorum kendimi. Bugün duvarımda kendi reklamımı yaptım. Listemdeki okuyan-okumayan herkese de selam yolluyorum o zaman.
       Aslında yazı yazmamın nedenlerinden biri de oyun oynamayı engellemek. Eğer yazı yazmazsam Fifa 07' i açıyorum ve başlıyorum kendimi kaybetmeye. ( Bilgisayarım daha iyisini kaldırsa onları oynarım herhalde. O yüzden Fifa 07 yani.) Yazı yazmak beni oyunlardan uzaklaştırıyor. Hem bir şeyler de kazandırıyor. Yazı yazarak kendimi ifade etme gücümü geliştirmeye çalışıyorum. İlk yazılarımda kendimden bahsetmemeye çalışmıştım, kendi yaptığım şeyleri değil de, başkalarının da yapacağı-yaşayabileceği şeyleri anlatmak istemiştim. Fakat fark ediyorum ki bunu yapmam henüz mümkün değil. Çünkü konu bulamıyorum ve bulamayınca da mecbur günlük yaşantımdan bahsediyorum.
      Düzenli insanlara oldum olası hayran kalmışımdır. Sorumluluk almayı sevmeyen biri olarak, eşyalarımı düzenlemeye bile üşeniyorum. Üşengeçlikle ilgili Facebook'ta onlarca paylaşım yapılıyor. Şu anda bir tane söz yazsam muhtemelen o paylaşımlardan biriyle benzer olacak. O yüzden yazmıyorum. Nasıl olsa hepiniz okumuşsunuzdur birkaç tane. Facebook'un bazı şeyleri ne kadar hızla yayabildiğini görünce hayran kalıyorum. Babam da aynı espriyi yapıyor, yengemin kardeşi de aynı espriyi yapıyor. Yoksa Facebook insanlar arasında ortak bir platform mu oluşturuyor? Aslında zaten adamların amacı bu. Yaptığım da tespit olsa...
      Facebook'la ilgili madem bu kadar fazla yazdım, Hüseyin Kaya'yı da saygıyla anmak istiyorum. Yazımı Kara Kule'deki vedalaşma şekillerinden biriyle tamamlıyorum : Uzun günler, hoş geceler.

23 Kasım 2010 Salı

Günlük Tutar Gibi Blog Yazan Adam.

Madem yazılarımda resmi bir dil kullanmıyorum, günlüğe benziyor, neden direk günlük yazmayayım diye düşündüm. Sadece düşündüm tabi ki. Burayı günlük olarak kullanacak değilim. Ama boğazımın ağrıdığını ve kesin grip olacağımı belirtmek isterim yine de. İtiraf etmek istiyorum: Matrix'i ve Inception'u izlemedim. İkisi de kısa süre içerisinde izlemek istediklerimden. (Matrix'i bir bütün olarak düşünüyorum.)

On İki'yi satın aldığımda büyük bir heves içerisinde olmama rağmen, ilk sayfalarını karıştırırken bir beşlemenin ilk kitabı olduğunu öğrendim. Büyük hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf etmeliyim. Sabırsız birisi olarak daha bitmemiş bir seriye başlamak istemiyorum. (E hani günlük tutmayacaktım? Ne ayak? )

Play Card'ın Ekşisözlük'te yaptığı reklam kadar mantıksız bir reklam var mıdır? Şimdiye kadar bu kadar sinir bozucu bir reklam görmedim. Bu fikir kimin aklına geldiyse, her yerinden öpüyorum.( Ertem Şener gibi oldum galiba.)

Geçenlerde dolabımı kurcalarken eski günlüklerimden birini buldum. Okudum, güldüm, geçtim.( "Geldim, gördüm, yendim." gibi oldu bu da.) Acaba ileride bu yazılarımı okuyacak mıyım? Okursam gülecek miyim? Gülersem hangi kısımlar bana komik gelecek? Gerçi şu an bile yazdıklarımı komik buluyorsam ( Aranızda " Bunun nesi komik ? " diyenler olacaktır elbette. Saçmalığına gülüyorum efendim.) ileride elbette komik bulacağımdır. ( Burada da Tansu Çiller'e benzedim sanırım.) Yapacağımdır, edeceğimdir!

Daha fazla uzatmadan bu yazıda da sizlere veda ediyorum sevgili okurlar.Elbette diğer yazılarımda da edeceğimdir!

Konu.

"Başlıkların sonuna nokta konur mu? Konmaz dediler, yaptım olacak! " gibi bir cümleyle yazıma başladığım için kendimden utanıyorum desem yeridir. Her gün olduğu gibi bugün de canım yazmak istiyor, fakat konu bulmakta güçlük çekiyorum. Bir arkadaşıma ( her hikayede bir arkadaş vardır.) konu bulmakta sıkıntı çektiğimi, bana yardımcı olabilirse sevineceğimi söyledim.Konun konu olsun dedi. Bu yazıya da böyle giriştim işte. Madem aklıma her geleni yazıyorum, bu yazımı kalemime hediye etmek istiyorum. Pentel Sharplet-2 seni seviyorum! Çevremde bu kalemi övmediğim arkadaşım kalmadı. Bazen nesnelere çok gereksiz bir şekilde bağlanabiliyorum. Elimde değil, önceden de eski ince rotring bir kalemim vardı, onu çok seviyordum. Ama hiçbir şeyin yeri doldurulmaz değilmiş, bunu anladım.Konuyu da burdan aşka bağlarsam tam olur. Her şeyi aşka bağlayabilmek konusunda da üstüme yoktur, ya da vardır elbette. Sonuçta daha ilk yazılarımı kaleme - klavyeye - alıyorum. Bu yazıda diğerlerinden daha fazla saçmaladım. Konu bütünlüğü de oturmadı zaten. Her şey dönüp dolaşıp konuya gidiyor. Konu bulamayıp konu hakkında yazarken bile konuyu toparlayamıyorum. Yeteneksizlik bu olsa gerek. Ama yine de inatla yazmak istiyorum, bugün başka bir blog yazarı arkadaşım çok büyük bir aforizma patlattı : Demir dövülmeden kılıç olmaz. Buradan da önerilerini benden esirgemeyen, yardımsever ve aynı zamanda ayar vermeyi seven arkadaşıma selam ederek yazımı tamamlıyorum. Umarım yazımı okuduktan sonra zaman kaybettiğinizi düşünmezsiniz.

Özet : Birinci kaleci Cenk Gönen olsun istiyorum.

22 Kasım 2010 Pazartesi

Aşka Dair Yazdığım İlk Şiir.

Kalbinde belirdi bir yara,
Genişledi, genişledi ve yayıldı vücuduna
Elleri titremeye başladı onu görünce,
Daha zor yutkunuyordu o karşısındayken.
Var mıydı acaba buna bir açıklama?
Vardı aslında ama,
Düşünemiyordu ki o karşısındayken
Ve birden 
Anladı aşık olduğunu genç adam.
Ama bilmiyordu bu aşk yüzünden
Ne acılar çekeceğini
Farkına varamazdı ki aşkın kör ettiği gözleriyle 
Genç adam aşık olmuştu artık
Bir anda...


Bir arkadaşıma şiir yazdığımdan bahsettim, nasıl yazdığımı merak edince de bu şiiri yolladım.Çok beğendi ve yayınlamam gerektiğini söyledi.Aslında ben şu anda da beğenmiyorum şiirimi.Ama yayınlıyorum işte, öyle geliyor içimden.Umarım beğenirsiniz.



Bisiklet.

        Geç yaşta bisiklet sürmeyi öğrenen birisi olarak , bisiklet deyince aklıma özgürlük geliyor.Nedendir bilmem.Belki siz de rüzgarı teninizde hissederken, rüzgar suratınıza çarparken, tişörtünüzü şişirirken benim gibi düşünüyorsunuzdur : Özgürüm.  Tatilde bisiklet sürebilmenin -Konya'nın yer şekillerini çok seviyorum sırf bu yüzden- keyfini yeniden yaşadım.Yazıyı gezi yazısı havasına bürümemek için konuyu değiştirmem gerek. Siyasetten bahsetmek istemiyorum, zaten bu konuda çok büyük bir bilgi birikimim olduğunu söyleyemem.Sonuçta bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamak lazım. Bisiklete geri dönelim o zaman, eski bisikletlerin sağlamlığına her zaman hayret ederim. Ön tarafında sepet olan çook eski bisikletlerden bahsediyorum.O bisikletlerle ilgili en çok merak ettiğim şey şudur : Neden tekerlekleri ince? Uzun süre kafa yordum fakat bana mantıklı gelecek bir sebep bulamadım. Bisikletler hakkında başka düşüncelerim de var tabi ki. Bisikletine parçalar ekleyen, jantlarına resimler yaptıran kişilerden olamadım. Neden olamadım, çünkü uğraşmadım. Ama yakın zamanda bunlar da yapmak istediğim şeyler arasında. Ancak bisiklete takılmasına mantıksız gözüyle baktığım bir şey var: Boynuz. Bisikletin hem güzel görüntüsünü bozar, hem de frenlerin sıkılmasını zorlaştırır.Boynuzu tutarken bir anda freni sıkmanız gerektiğini düşünsenize. Bisikletle ilgili bir de önerim olacak. İleride çocuklarınız olursa erken yaşta öğrenmelerini sağlayın, düşe kalka öğrensinler küçükken.Büyüyünce öğrenmesi insanın hem zoruna gidiyor, hem de ne kadar öğrenirseniz öğrenin hiçbir şey tecrübenin yerini tutmuyor.

   Bir şey fark ettim. Satırlarca yazıyorum ama yazdığım metin aslında hiçbir işe yaramıyor.Olsun, yazarken eğleniyorum. Neticede ders kitaplarında okutulmayacak yazdıklarım. Size bir şiirle veda etmek istiyorum. ( En sevdiğim ve aynı zamanda en sık kullandığım hece ölçüsü, serbest ölçüdür.)
   Yazıyorum, ana fikri yok
   Söylüyorum, dinleyenim yok.
   Gülüyorum, hayat bana hoş,
   Yazılarımın içi ne kadar boş.  

özet:  Bisiklet güzel bir araçtır, sürün ve sürdürün.

NOT: Şiir yazarkenki amacım sadece yazıyı şiirle sonlandırmak içindi. Çok saçma bir şiir oldu. Ben kolay kolay şiir yazamam.Not bitti.

21 Kasım 2010 Pazar

Vuvuzela'nın Hayatımızdaki Yeri ve Önemi.

İlköğretimdeki din kültürü dersinin kitaplarından fırlamış gibi duran bu başlığı seçmemin nedenini bilmiyorum.Komiklikler, şakalar falan, seviyorum bunları. Noktalama işaretlerinden sonra boşluk bırakmak okuyan kişinin okumasını kolaylaştırıyormuş. Saçmalasam saatler boyunca (şu an yaptığım işlemin daha uzun sürede gerçekleşeni oluyor galiba.) ve noktalama işaretlerinden sonra boşluk bıraksam, sırf kolay olduğu için okuyan olur mu acaba? Neler diyorum ben ? Ne dedim ben? Çaat. Facebook'ta Messenger'da çevrimiçi olduğunu gördüğüm kişilere blogumun linkini atıyorum, maksat fazla kişi okusun da egom tavan yapsın.(Ego dedim de, karikatür paylaşasım geldi: http://esprika.com/2375 ) Madem vuvuzela dedik, tanıdığım insanlar arasında vuvuzela kelimesini en çok kullanan kişiden bahsetmemek olmaz, şu anki tek takipçim, elif keskin'e burdan selam yolluyorum. Hangi kanalda yayınlanacak bu ? Yazımı Kaan Sezyum'un vuvuzelasına ulaşabileceğiniz bir link ile sonlandırıyorum ; http://www.sezyum.com/ sağ üstte, bacınızın vuvuzelası.( Sloganı tam olarak böyle olmayabilir, tam hatırlamıyorum.) Ayrıca neden her yazımda bir yerlere link veriyorum bilmiyorum.Viral reklam aracı mıyım neyim? Yazıyı biraz daha uzatmaya karar verdim şu anda.Doğaçlama yazmak da böyle bir şey, ikinci kontrolü yapmadan yazıyı fırına veriyorum.Oh mis.Yazımı paragraflara ayırmadan bitirebildiğim için kendimi tebrik ediyor, iyi günler geçirmeniz dileğiyle diyorum sayın okuyucular.( Samimi bir hava oluşturduktan sonra sayın dedim; oldu mu, olmadı.)

özet: Hepimiz vuvuzelayız, bazen gereksiz öteriz, bazen susturulmak isteniriz, ama her daim sesimiz gür çıkacaktır.

NOT: Noktalı virgül (;) kullanımı konusunda gerekli bilgiye sahip değilim, hata yaparsam affedin lütfen.

Stephen King.

Madem yazmaya başladım, tasvirleriyle beni büyüleyen büyük üstattan bahsetmezsem bir şeyler eksik kalır diye düşündüm ve Stephen King'in sevdiğim kitaplarından bahsetmek istiyorum.Buraya sıkıcı bir wikipedia yazısı da alıntılayabilirdim, isteyen buyursun: http://tr.wikipedia.org/wiki/Stephen_King . Neyse, konumuza dönelim, en beğendiğim kitabı hiç tartışılmaz Kara Kule'dir.Zaten bunu anlamak pek güç olmasa gerek, ama Roland'ın içindeki hisleri, düşünce yapısını, karakterini öyle güzel yansıtıyor ki Stephen King; karakterin içinde yaşamaya başlıyorsunuz belli bir zamandan sonra.Bir sonraki hamlesinde ne yapacağını tahmin ediyorsunuz veya herhangi bir olay karşısında ne tepki vereceğini merak ediyorsunuz vs. Hayran olmamak,bu büyüye kapılmamak elde değil.
   Sevdiğim kitaplarından birisi de Misery, yani Sadist.Bu kitabın beni o kadar büyülediğini söyleyemem, ancak yine de ilginç konusuyla dikkatimi çekmişti.Kitabın sonunu beğenmeyen bir okurun yazarı hapsedip kitabın sonunu değiştirmek için onu zorlaması.Güzel bir konu bence.Ne kadar öznel yazıyorum bugün.
  Göz de güzel.Tavsiye ederim.(Kurduğum cümleler ne kadar basitleşti, birazdan "Ali ata bak."  falan yazabilirim.Öyle işte.)Stephen King'e olan hayranlığımı yazıya dökmek konusunda başarısız oldum, farkındayım.Ancak başka birinin dilinden King'i anlamak çok zor.En iyisi kendiniz okuyun, öyle karar verin.

özet: Adam King Beyler.

Blog Hayatına İlk Adım...

İlk cümlemin sonuna üç nokta koymamdan anlatım için uygun kelimeleri seçemediğim anlaşılacaktır. Ancak elimden geldiği kadar düşüncelerimi dile getireceğim. Kendimi tanıtayım, adım Mehmed, kitap okumayı severim. Bu kadar. Yazı yazmak konusunda pek iyi olduğumu söyleyemem. Uzun uzun yazılar yazmak için her zaman kendimi kasmışımdır. Özet geçmek isteyenlerdenim ben de aslında... Özet geçildiğinde zaman kaybı da olmuyor ne güzel. Sözlükleri takip etmek eğlenceli geliyor mu size de bilmiyorum, fakat ben okurken çok eğleniyorum. Daha en baştayım ve sözlüklerle ilgili konuştum, popüler olmak için güzel bir yöntem. Bu daha ilk yazım olduğu için yazının uzunluğunu ayarlayamadım, kısa oldu diye düşünüyorum. Ama uzatarak da siz okuyucuyu(umarım okuyan olur.) sıkmak istemiyorum. Zaten son kısmı da bağlayamadım. Olsun, saçmalamayı severim. Kalemimden dökülen kelimeleri beğenmeniz dileğiyle...