28 Şubat 2011 Pazartesi

Maddelemek.

    *Facebook'da kendi yazdığı iletiyi beğenen kişiyi anlamıyorum. Beğenmesen zaten oraya yazmazsın değil mi?Çok narsizm kokan hareketler bunlar.
    *Nihat Doğan ile ilgili espri yapmaya çalışmak istemiyorum. Ben susuyorum, haber konuşsun: http://www.medyafaresi.com/haber/57176/magazin-nihat-dogan-turk-koyununu-alnindan-optu-iste-o-an.html
    *"Tuti mucize guyem, ne desem lâf değil" şeklinde başlayan bir gazel varmış ve Nef'i 'ye aitmiş. Bunu daha önce öğrenmeliydim diye düşünmedim değil. -Bu arada, kavga etmek istemeyeceğim iki isim var şu dünyada. Biri Nef'i, diğeri Ahmet Çakar. Nef'i ile ilgili yorum yapmaya zaten edebi bilgim yetmez, o kadar usta bir isim ki. Ahmet Çakar ise verdiği örneklerle insanı çok fena ters köşeye yatırabiliyor.-
    *Adam Fawer- Empati'ye başladım. O kadar hızlı başladım ki üç günde 30 sayfa falan okuyabildim. Bu ne hız ben de anlayamıyorum. Kitap okumaya vaktim yok diyemeyeceğim, çünkü yok öyle bir yalan. Vakitsizlikten yakınmamak lazım, zamanı doğru kullanamıyorum diyelim.
    *Planlı, programlı insanlara hayranlık duyuyorum. Bir insan nasıl düzenli olabilir ki? Ben niye olamıyorum arkadaş?
    *"Hoca nasıl olsa bakmıyor" düşüncesiyle ödevi yapmayıp, o hafta ödev kontrolüne yakalanmak da çok feci. Şans diye buna derim.
    *"Live It Up" ı pek beğenmedim. Umarım zamanla daha güzel gelmeye başlar. Umarım ilk beşte görürüz Yüksek Sadakat'i.
    *İlk defa "*" kullanarak maddeliyorum yazdıklarımı, normalde paragraflar hâlinde yazardım. Bu şekilde yazınca geriliyor insan. Açıkcası, mizah dergilerindeki yazılarda bir hava var ya hani, bakalım onu yakalayabilecek miyim diye merak ettim. Maddeleme yapmamdaki amaç buydu yani.

     Sebepsiz bir şekilde, konu bulmadan, öylesine yazmaya başlayınca, farklı tellerden çalan cümleler içerisinde buldum kendimi. Yayınlayayım bakalım. Uzun günler, hoş geceler.


Bütün okurlarıma haykırmak istediğim bir şey daha var: Kedi canınızı sizin!

27 Şubat 2011 Pazar

Denemek.

   Spartacus'te bir karakter demiş ki: "There's only one way to become champion..Never fucking lose" Bunu söyleyen karakterin adı da sanırım Gannicus'muş. Diziyi izlemedim, söylerken de görmedim. internette bu cümleyi yazınca aynısı çıkıyor olduğundan karakterin bunu söylediğini varsayıyorum. Karşı çıkmak için güzel bir şey buldum akşam akşam.

   Şimdi çok klasik olacak ama Edison diyeceğim. Edison ampulü bulurken 3000'in üzerinde filament denemiş.*Ne kadar doğrudur bilmiyorum. Ama adam denemiş, bulmuş, yapmış etmiş işte. Ampulü bulmuş. Tabi günümüzde ampul ne kadar sevilen bir şeydir tartışılır. Edison'dan bahsetmişken, Nicola Tesla'ya da büyük saygım var. Edison'un küçük çocuklar tarafından bilinmesi hoş bir şey fakat Nicola Tesla hakkında da bilgiler vermek gerektiği kanaatindeyim. Konuyu dağıtmayayım, 3000 kere denemeseydi ampulü bulmayı başarabilir miydi? Başaramazdı. -Yazım kişisel gelişim kitaplarındaki yazılara benzedi. Kişisel gelişim kitaplarından nefret ederim.- Bu yüzden deneme yapmanın başarmaya katkı sağladığı gerçeğini görmezden gelmemek gerekir. -Ne kadar çok g harfi oldu ardarda- 


  Başarmayı bir yolda koşmak olarak düşünelim. Önce yürümeye başlarsın, ardından hızlanırsın. Önüne engeller çıkar, yılmazsın, yürürsün. Sendeleyip düştüğünde ayağa kalkmazsan yerinde saymaya devam edersin. Denemek insana tecrübe kazandırır. Hiç kimsenin mükemmel olamayacağı şu dünyada, bir şeyler öğrenmek istiyorsanız, siz de denemelisiniz bir şeyleri. Denemek deyince aklıma bilim geldi şimdi. Bilimi düşünelim hemen. Deneyler falan filan değil mi? Deney kelimesini ele alalım.

Deney kelimesi TDK'nın sitesinde şöyle yer alıyor: a. 1. Bilimsel bir gerçeği göstermek, bir yasayı doğrulamak, bir varsayımı kanıtlamak amacıyla yapılan işlem, tecrübe: “Senelerdir gece gündüz elektrik yüklü deneyler yapa yapa sinir küpüne döndüğüne inanırdı içten içe.” -E. Şafak. 2. Deneyim, tecrübe: “Herkesin kendi deneyi ile bildiği bir gerçek vardır.” -H. Taner.
deney   İng. experiment 
1. Fizik, kimya, biyoloji gibi derslerin öğretiminde doğal olayların bağıntıları ve yasaları üzerinde bilgi edinmek; varsayım olarak benimsenen bilim yasalarının doğruluğunu göstermek; belli bir doğa olayını, etmenleri denetim altında tutarak, sınıf ya da deney odasında öğrencilere göstermek için yapılan planlı deneme ya da sınama işi. 2. Bilinmeyen bir şeyi bulmak, bir ilkeyi, bir varsayımı sınamak amaciyle yapılan eylem ya da işlem.
 BSTS / Eğitim Terimleri Sözlüğü 1974


    Yani lafı uzatmayayım. Denemek önemli olmasa deney diye bir şey olmazdı. -İyice Devlet Bahçeli'ye döndüm- Devlet Bahçeli demişken, onun yeni hesabı da süper ya**. Aydın ve plakası ile ilgili olanlar. Artık işler hesap olmaktan çıktı. İki sayı söyleyelim, alakayı kuralım. Hesabı da boşver. Konu nerelere geldi değil mi? Uzun lafın kısası olmazmış. Bu kadar kısa kesebildiğime şükür. Sonuç olarak -"Sonuç olarak" lafına da kıl olmuşumdur hep, bırak okur sonuca kendisi varsın değil mi?- durmadan deneyenlerin yanlış yaptığını düşünenlerdenseniz, bir an önce bu fikrinizden vazgeçin derim. Denemekten korkmayın. Uzun günler, hoş geceler.








* http://www.ebilge.com/40639/Edison_ampulu_bulurken_kac_madde_denedi.html

** http://www.youtube.com/watch?v=AxcnIxAxtn4

21 Şubat 2011 Pazartesi

Git.(Kahraman Tazeoğlu)

Bizim dönem ödevine benzer bir ödevimiz vardı. Türk şairlerden, bir şairden en fazla üç şiir olmak üzere toplam yüz şiir yazacaktık. Bu ödev Kahraman TAZEOĞLU'nun "Git" adlı şiirinden haberdar olmamı sağladı. Şiiri çok beğendiğim için sizlerle paylaşmak istedim. 

GİT
Şimdi gidiyorsun 
Git 
Oysa senden tek bir damla istemiştim 
Sana kocaman bir deniz sunmak için 
Şimdi gidiyorsun 
Git 

Ne zaman başladı bu hikaye 
Anımsamak zor 
Gençtim 
Hazırda fırtınalarım vardı dört nala sevdalarım 
Komazdı öyle üç-beş nöbetleri 
Geceler içimi acıtmazdı böyle 

Bir insan bu kadar eksilebilir mi 

Hatırlarsan sesine uyku kaçmış bir adam vardı 
Bu şehrin biryerlerinde 
Düşler ormanının gece bekçisi derdin sen ona 
Gözlerinde gizledi o seni sen bilmedin 
O adam bendim unuttun mu 
Bak sevdiğin adam gülmeyi bile unuttu 
Seni unutamadı 

İşin kolayına kaçmadım
Uğruna ölmedim yani
Uğruna ölünecek sandığım biri için yaşadım hep
Sen bunu da bilmedin
Ben bir bakışına bin anlam yükledim
Sen aşka kestirmeden gittin
Bir hayatın özetini bırakıp avuçlarıma
Şimdi gidiyorsun
Git 

Bana karanlığın ne demek olduğunu öğretmeden 
Bütün ışıklarımı söndürüyorsun 

Bu cehennem cinayetlerini işliyorsun 
Sonra bunlara intihar süsü veriyorsun 
Yazıklar olsun yazıklar olsun 
Susuyorsun susuyorum susayacaklarım bitmiyor 
Hani sen sevdiğini 
Yarı yolda bırakacak kadar yüreksiz değildin 
Düşmemeyi öğretecektin nerdesin nerdesin 

Uzun lafın kısası yoktur 
Anlatacağım çok şey var 
Hoyrat bir rüzgar gibi geldin 
Aklımı hayatımı dağıttın 
Şimdi gidiyorsun 
Git 

Daha ayrılığa bile çarpmadan 
Aşk bize döndü 
Bir yılan gibi soktun koynuma kimsesiz geceleri 
Artık ölüm sana dokunamamaktan kötü değil 
Ama sana dokunmak da yasak bana 
Göz çukurlarımdaki karanlık bunu anlatır 
Sen var ya sen 
Allah kahretsin 

Yani şimdi 
Gözleri sana benzeyen bir kızım olmayacak mı 
Yani şimdi başkaları mı sevecek seni 
Ben saçlarını okşadığım zaman 
Ellerin öksüz kalırdı 
Şimdi gidiyorsun git
Kahraman TAZEOĞLU

Somut-Soyut.

   Somut şeylerden bahsetmek, soyut olanlara oranla her zaman daha kolay geldi bana. Bir arkadaşım somut şeylerden fazla bahsettiğimi, soyutlara da yer vermem gerektiğini söyledi. "Soyut" kelimesini duyduğum anda aklıma sevgi, mutluluk, yalnızlık ve acı çekmek geliyor. Soyut kavramlarla ilgili yazmaya başladığım zaman, önce sevgi ve mutluluk içeren bir paragraf çıkıyor ortaya, sonra birden içimdeki Polyanna kayboluyor ve pesimist bir tip ortaya çıkıyor. Ne zaman somut olmayan bir şeylerden bahsetmeye çalışsam, konu mutsuzluğa geliyor. Neyse, bence somut soyuttan daha güzeldir.-Matematiği katmıyorum bu karşılaştırmaya, soyut olmasına rağmen matematik güzeldir, ondan korkmayın.-
   Bu aralar Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği dinliyorum. Derse başlarken bir bakmışım ki dilimde bir türkü, hocalara çaktırmadan susuyorum hemen. Daha önceden rap dinleyen ben, şimdilerde kendimi rap müzikten tamamen uzaklaştırdım. İnsanlar çok çabuk değişebiliyorlar. Türk Halk Müziği çok, ne bileyim çok güzel geliyor bana. Özellikle Erkan OĞUR. Erkan OĞUR'un "Bülbülüm Altın Kafeste" yorumunu dinledikten sonra türkü dinlemeyi sevmeye başladım ben. Kendisinin bu yazdıklarıma rastlama olasılığı çok düşük olmasına rağmen ona teşekkür etmek istiyorum. Bana türkü dinlemeyi sevdirdiğiniz için teşekkürler.

Mutlaka dinleyin dediğim birkaç türkü var.

Yarim Senden Ayrılalı: http://www.youtube.com/watch?v=rMtEkqr8940
Bülbülüm Altın Kafeste: http://www.youtube.com/watch?v=21FHBHPQE94&feature=related
Karşıda Görünen Ne Güzel Yayla: http://www.youtube.com/watch?v=NOKhzBlm_Dk

7 Şubat 2011 Pazartesi

Bere.

    Bere deyince aklıma Bordobereliler ve  komandoların taktığı mavi bereler geliyor.Bordo-Mavi deyince de aklıma Trabzonspor geliyor ama onun konumuzla alakası yok.
    Bu satırları Konya'da yazıyorum. Bilgisayarda problem var, bir defter kağıdı kopardım ve kalemle yazıyorum. Kalemle yazmak ayrı bir zevk. Konya'da teyzemin evindeyim. Bilgisayara giremediğim için size yazılarımı aktaramıyorum. Şu an saat 00.19, Çarşamba gününün ilk saatleri. Neyse, konuyu dağıtmayayım TDK'nin üzerinde Ankara,2000 yazan Okul Sözlüğü'ne göre bere: Yuvarlak, yassı ve sipersik başlık.
   Normalde, bere takmayı hiç sevmezdim. Pazar sabahı (30.01.11) Konya Otogarı'na geldiğimde, ben ve bereler arasında iletişim tamamen değişti. Otogardan eve yürüyerek gitmem gerekiyordu ve berem beni soğuktan korudu. Onu çok seviyorum. Eşyalarımla aramda manevi bir bağ kurma özelliğim bir kez daha kendini gösterdi yani. Bu huyumu anlayamıyorum. Zorunluluktan dolayı taktığım günden beri bere takmayı seviyorum.
   Bir de yara bere derken bahsettiğimiz bere var ama ona hiç değinmeyeceğim. Sevgiyle kalın, bere takın.  

Sehpa.

   Sehpa, genellikle dört ayaklı olan, çay, kahve vs. ikramlarda üzerilerine tabak,bardak vs. konulan güzel bir eşyadır-Bence-. Görüntüsünün,hacminin küçük olmasından dolayı mıdır bilmiyorum ama, sehpalara gereken önemi göstermiyoruz. Herhangi bir sehpa, asla bir masa kadar saygı göremez. Oysa benim gördüğüm kadarıyla biz Türklerde sehpa daha çok kullanılıyor. Masayı genelde yemek yemek için kullanırız değil mi? Yemeği yerde yemek, masada yemeye oranla daha rahat gelmiştir bana hep. -Yaşasın yer sofraları-
   Gelelim sehpayı neden daha çok kullandığımıza. Türkler olarak misafirperver bir toplum olduğumuz yadsınamaz bir gerçek. Akşam oturmak için misafir geldiği vakit, -Misafir genellikle yemek saatinden sonra gelir, daha az zahmet vermek için- misafire mutlaka çay,meyve vs. ikram edilir. İşte sehpanın önemi burda ortaya çıkıyor. Misafirlere çayı, masada ve rahatsız sandalyelerde vermek yerine koltuklarda ikram edebilmenizi sağlayan eşya ne? Evet, sehpa! Bu eşyaya hakettiği değer verilmiyor.
    Sehpanın, evin içinde dolanırken dizimizi çarptığımız bir eşya olarak kalacak olması beni çok üzüyor. Sehpa denilince aklıma gelen dört tane içiçe sehpa oluyor. Bu yazımda da, size aklıma gelen bu resimle veda etmek istiyorum. Uzun günler, hoş geceler.